Aynı şekilde belirli bir toplum içinde de, farklı görüşler, değişik inanışlar, zümreleşmeler bulunabilecektir. Ve bu farklılıklar, insanların; itibar, namus, şeref gibi, kavramları değişik şekilde yorumlamasına, değişik davranışlara sürüklenmesine yol açacaktır. İnsanoğlu; itibarı, haysiyeti, en yakın olduğu çevredeki ölçülerle kabul edecek, diğer bir çevrenin görüş ve davranışını iteleyecektir.
Gözünü kabadayıların, kanun dışıların kucağında açmış bir insanoğluyla, yurt dışında tahsil görmüş, her şeyi bildiğini sanan, sonradan görmelerin bu kavramları değerlendirmesi taban tabana zıt bir çelişki noktasındadır.
Toplumların din, dil, kültür, görenek farklılıkları olduğu müddetçe, insanların da bir takım kavramlarda çelişkiye düşecekleri aşikârdır. Kaldı ki en medeni, en ileri dediğimiz toplumlar bile zamanla değişikliğe uğrayacak,
fertlerine önerdiği kurallar, adetler değişebilecek, itibar addedilen şeyler lanete uğrayacak, akla gelmeyen yeni akımların kucağına düşecektir insanoğlu. Bu da gösterir ki, bir toplum; elli yıl, yüzyıl gibi kısa bir zaman içinde kendisiyle bile çelişkiye düşecek aşamalara, değişikliğe uğrayacaktır. Ama değişen unsurlar ne olursa olsun, hangi yeni faktörler türerse türesin, insanoğlunun “Kendini kabul ettirme, itibar bulma, şerefli olma” gerçekleri, değişmeden kalacaktır. Çünkü hiçbir dış unsurun insanın yaradılış temelini, tabiatındaki yapı taşlarını bozup dağıtmaya gücü yetmez. Kendine yön verecek kavramlar hangi biçimde değişirse değişsin, insanın; itibara, saygıya, şerefe yönelme amacı tektir. Ve bu amacına; dünyasını çevreleyen malzemelerle, ideal kabul edilen davranışlarla ulaşmaya çalışacaktır.
Görülüyor ki toplumlarda anlayışlar ve dünya görüşleri değiştikçe, insanları “itibar kazanmaya, kabul edilmeye” iteleyen etkenler de aynı ölçüde, aynı oranda değişmektedir.
Bu bizi neye götürür? Başından beri izlediğimiz gibi, toplum ölçüleri ne olursa olsun insanoğlu tabiatındaki,
yaradılışındaki, beğenilme duygusunu söküp atamayacaktır. Çünkü insanın yaradılıştan gelen hedefi budur.