CENK MEYDANI
Günün birinde güzel bir genç kız, sevdiği adamla evlenir. Aynı evde eşi ve kayınvâlidesi ile yaşamaya başlar. Eşiyle çok mutludurlar, fakat zaman içinde kayınvalidesiyle geçinememeye başlarlar.
Kişilik farklılıkları sebebiyle her gün tartışmalar yaşanır. Birinin önemsediği şeyi diğeri kayda değer bulmaz ve huzursuzluk sürüp gider...
Annesi ve eşi arasında kalmaktan çok huzursuz olan adam da bu durumdan sıkılmış, eviyle bağlarını yavaş yavaş koparmaya başlamıştır.
Hayatı günden güne çekilmez hâle gelen genç kız, bir şeyler yapması gerektiğini düşünerek eski tanıdığı olan aktarın yolunu tutar. Niyeti, burada hazırlattığı karışımla kayınvâlidesini zehirlemektir. Aktar, gelin hanıma bu karışımı vermeden önce, ona çok önemli bilgiler verir.
“Bu karışımı, üç ay boyunca kayınvâlidenin yemeğine koymalısın. Kimsenin şüphelenmemesi için de bugünden itibaren ona çok iyi davranmalı ve özellikle tatlı dilli olmalısın. Yoksa onu senin zehirlediğin anlaşılır.” demiş.
Karışımı alan genç kız, biraz sevinç, biraz da korku ile evinin yolunu tutmuş. Aktarın sözlerini kulağına küpe yaparak, yapmacık bir sevgi ve alâka ile kayınvâlidesinin yemeklerine karışımı yavaş yavaş ilâve etmeye başlamış.
Gelininin tatlı dili, güler yüzüyle beraber günden güne değişen kayınvâlide yüreği de ona karşı sımsıcak bir hâl almış. Artık onu gelini değil, evlâdı olarak görmeye ve ona her seslenişinde, “Yavrucuğum!” demeye başlamış.
Kayınvalidesiyle aralarısının düzelmesiyle birlikte eşide eve eskisi gibi vaktinde geliyor, hayatları huzur içinde devam ediyormuş.
Kısa zamanda herkesin mutlu olduğu bir yuva hâline gelen evde, üç ay göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş. Bu zamanın sonunda kayınvâlidesinden kurtulacağı için rahatlayacağını düşünen genç kızı endişe kaplamış. Zira zaman içinde kayınvâlidesini sevdiğini anlamış. Asıl isteğinin ondan kurtulmak olmadığının farkına varıp aktarın yolunu tutmuş. Ve ona, kayınvâlidesini artık annesi kadar sevdiğinden bahsedip yemeklere koyduğu zehrin bir panzehri olup olmadığını sormuş. Aktar ise gülümseyerek:
“Evlâdım, ben sana zehirleyici bir karışım vermedim. Bir çeşit vitamin verdim. Zehir de, panzehir de senin dilindi. Sen tatlı dilli oldukça o da sana karşı değişti. Sadece bunu görmeni sağladım. Yapmacık olarak gösterdiğin sevgi, zaman içinde gerçeğe dönüştü.” demiş.
Kabul ettiğin herkes tarafından bir gün kabul görürsün.
Gurur yapmak, inat etmek ilişkileri kolaylaştırır mı?
Ne için yaşıyoruz? Yolun sonunda ne kalacak elimizde?
Bize sıkıntı yaşatan, kötülük yapan, kalbimizi kıran insanlar olmayacak mı?
Olacaklar. Sen kırılgan olduğun sürece birileri tarafından kırılacaksın. Çelikten bir zırhın olacak, her sabah uyandığında onu kuşanacaksın. Hiç kimsenin senin iç dünyana girip oralara yerleşmesine, yaptıkları veya sözleriyle o dünyanın düzenini bozmasına izin vermeyeceksin.
Senden güçlü olamayacak, sözler, davranışlar, bakışlar. Kimsenin etkisi altında kalmayacaksın.
Her gün bir savaşta bulacaksın kendini. Her gün bir olumsuz duygunun yansıttığı görüntü veya sesle uyanacaksın. Ta ki içinde sulh sağlanana kadar. Hücrelerinin her biri diğerleriyle barış sağlayana kadar.
Tasavvuf öğretisinde, ilk ders kırmamak son ders kırılmamaktır.
O son dersi verene kadar savaş, savaş hem içinde hem dışında savaş. Kuşan zırhını, zihnini, aklını, kalbini tertemiz edene kadar kendinle savaş…