ÇEVRE HUKUKU
Bir tane dünyamız var. Dolayısıyla yaşadığımız bu gezegen bizim evimiz ve alternatifi de henüz mevcut değil. İnsan ise en hızlı tüketen canlı türü… Kapitalizm ve modernizmin de etkisiyle insan üretmekten çok tüketmek odaklı yaşar bir hal aldı. Hal böyle olunca da hem kaynaklar tükenmeye yüz tuttu hem de mevcut denge sarsıldı. Sarsılan dengeden belki de en olumsuz etkilenen “çevre” oldu.
Son zamanlarda hukukun konu başlıkları arasında en popüler olan alanlardan biri “çevre hukuku”. Çevre hukukunun gelişim çizgisine baktığımızda, önce sorunların ortaya çıktığını görüyoruz. Bu hukuk dalı 1970’lerden itibaren gelişmeye başlamıştır; günümüzde de bu gelişim devam etmektedir. Çevre hukuku ekolojiyle, teknik bilimlerle, fizikle, kimyayla, elektrikle, ekonomiyle son derece ilintilidir.
Çevreye ilişkin sorunlar hepimizin sorunudur. Dünya tüm insanlığa ait bir miras olduğundan sorunu genellemek pek tabi mümkündür. Bununla beraber kirlilik denilen durumu hava kirliliği, su kirliliği, toprak kirliliği diyerek kategorize etmek de mümkün değildir zira hepsi birbiri ile ilişkilidir.
Sürdürülebilirlik kavramı da günümüz dünyası için çok önemli ve çok sık duymaya başladığımız bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Çevre hukukunda da karşımıza sürdürülebilir kalkınma ifadesi çıkıyor. Türkiye’de bu kavramın nasıl algılandığına göz attığımızda, Çevre Kanunu’nda bu kavramın aksine, klasik kalkınmayı esas alan hükümler de vardır (Amaç Maddesi, 3/b,c). Yeni tasarıda bu hususlar düzeltilmiştir. Mevcut kanunumuzda olumsuz hükümler bulunsa da bu olumsuz hükümleri yorum yoluyla aşabiliyoruz. Hakimler bu olumsuz hükümlere göre karar vermek gibi bir yasal yükümlülük altında değillerdir. Çevre Kanunu’nun amaç maddesi, çevre hukukunun bütünselliği, imzalanmış uluslararası sözleşmeler ve bildirgeler hukuken bağlayıcıdır. AB Hukuku çerçevesinde de bu kavramı dikkate almamız gerekmektedir.
Uygulamanın bu ilke çerçevesinde nasıl olacağını açıklamak gerekirse; kalkınmanın geniş bir kavram olduğu göz önünde bulundurularak, devlet düzeyindeki tüm faaliyetlerde çevre faktörü dikkate alınmalıdır. Herhangi bir alanda oluşturulan politika, plan, program ve mevzuatın çevre açısından ne getirip götürdüğü her zaman dikkate alınmalıdır. Çevrenin korunması amacını tüm faaliyetlerimize dahil etmemiz gerekmektedir.. Buna entegrasyon denmektedir.. Entegrasyonu gerçekleştirmek için çeşitli yöntemler bulunmaktadır.
“Dış
entegrasyon” ve
“iç entegrasyon” olmak üzere iki tip entegrasyon vardır. Çevre kavramının çok geniş olduğunun altını çizmemiz gerekmektedir. Birbirleriyle ilişkili çok çeşitli unsurların kapsama dahil olduğunu; bazen ilgisiz görünen bir noktanın, aslında son derece ilgili olduğunu unutmamalıyız. Dış entegrasyon, çevrenin korunması düşüncesinin ve bu çerçevede gerekli olan esasların, tüm faaliyetlerde dikkate alınmasıdır.
Entegrasyon ilkesi dışında
“önleme ilkesi”,
“kirleten öder ilkesi”,
“ihtiyat ilkesi” ve
“katılım ilkesi” en temel ilkelerdir. Çevre hakkının Anayasa’ da yer alması önemlidir. Anayasa normlar hiyerarşisinde en üstte yer alır. Çevre hakkı Anayasa’da yer aldığından, Anayasa’da yer alan diğer menfaatlerle eşit duruma gelmektedir.
Gün geçtikçe daha hayati bir önem kazanan çevre ve bununla bağlantılı olarak kıymet kazanan çevre hukuku üzerinde durulması gereken hepimiz için kıymetli bir hukuk alanıdır.
Kaynakça: Çevre Hukukun Temel Kavram ve İlkeleri, Prof. Dr. Nükhet TURGUT