Şevket Bey, Cemil Bey için önceden hazırlattığı odasında rahatlığını sağlar. Ertesi gün akşam, sohbet halindeyken, Şevket Bey’in yakın dostu Yahya Kemal Bey (Beyatlı) çıkagelir. Fransa’dan yeni dönmüştür. Cemil Bey ile tanıştırılır fakat benzi solmuş, iyice çökmüş Cemil Bey’i pek umursamaz sanki.
Yemek yenir. Yahya Kemal Bey, Fransa kültürünü överek hatıralarını anlatırken arada fikrini söyleyen Cemil Bey’in fikirlerini pek duymaz. Durumu fark eden Şevket Bey, Cemil Bey’den, uygun görürse kemençe ve tanbur çalmasını rica eder. Cemil Bey, Hicaz taksim yapar. Dede Efendi’nin Hicaz köçekçelerinden, daha sonra peşrev ve saz semaileri çalar. Yahya Kemal Bey, benzi soluk bu adamın tanbur ve kemençe çalışındaki icrası zor melodileri çalarken muhteşemliği karşısında hayretler içinde adeta dünya ile ilgisi kesilmiş vaziyette donar, şaşırır.
Cemil Bey, ihtiyaç giderek için dışarı çıkar. Yahya Kemal Bey fırsatı kaçırmaz. Şevket Bey’e; “Aman Yarabbi, az kalsın Fransız kültüründe kayboluyormuşum. Üstümüze bir aptallık, bir züppelik gelmiş ki memleketimin her şeyini küçümser olmuşum. Hamdolsun, şu anda uyandım. Gözlerimle birlikte karşımda altından bir kapı açıldı. Bu kapıdan memleketime yeniden girdim” der.
Gelip yerine oturan Cemil Bey’in ellerini tutar, hayranlıkla yüzüne bakarak; “Beni hayata döndürdünüz Cemil Bey. Allah sizi memlekete bağışlasın” der.
Şubat ayı çok soğuk geçmektedir. Bütün dikkatlere rağmen Cemil Bey üşütür. Üstüne üstlük, askerlik şubesi zaptiye göndererek Cemil Bey’i askere çağırır. O haliyle Askerlik Şubesinin doktoruna giderler. Doktor, Cemil Bey’in adını okuyunca Cemil Bey’in elini öper. Muayene eder; “Askere alınmaya elverişli değildir” diye rapor yazar.
Doktor, Cemil Bey’in hastalığının, sağ ciğerinden sola da geçmiş ve hızla ilerlemekte olduğunu gizlice Rahmi Bey’e söyler.
Şevket Bey, Cemil Bey’in son durumunu Saide Hanıma mecburen söyler. Kendi evine gelir. Saide Hanım da bitkindir. Artık, sadece sâdık öğrencisi Kadı Fuad Efendi eve girebilmektedir.
1916 yılının Mayıs ayı da geride kalır. Cemil Bey; “Fuad Efendi, neler yazmışız, bestelemişiz, çalmışız? Toparlasan da bir görsek” diye fısıltı halinde söyler.
Fuad Efendi, tanburla 20 makamda taksim, kemençe ile 21 makamda taksim, viyolonsel ile 10 makamda, yaylı tanbur ile 12 makamda, lavta ile 2 taksim ve yapılan diğer eserleri kasa zamanda hazırlar ve tek tek okur.
15 Haziran 1916’da Bestekâr Ziya Bey, Maarif Nazırının onayı ile Konservatuvarın Türk Musikisi Bölümü açılmasının müjdesini Cemil Bey’e haber gönderir. Cemil Bey hem sevinir hem de yataktan zor doğrulurken haline bakar, kahrolur. Yatağına uzanır. Saatler sonra uyanır.
Saide Hanım; “Uykuda gülümsediniz efendim” der. Cemil Bey; “Üçüncü Selim’in sarayındaydım. Şakir Ağa var. Sadullah Ağa tanbur çalıyor. Suzidilara dinliyoruz. Sonra ben tanbur çalıyorum. Heyecandan ölecek gibiydim ki uyandım” der.
26 Temmuz 1916 günü öksürük daha sık gelir. Mesud’u ister. Mesud gelir. Fersiz kolları ile sarılır. Sonra Saide Hanım’ın elini tutar. Fersiz gözlerle Saide Hanım’a bakar. 29 Temmuz 1916’da Kâtip Muslihiddin Sokağından, o milyonların sevdiği insanın tabutu çıkar. Fatih Camiinde kılınan cenaze namazından sonra Merkez Efendi Mezarlığına defnedilir. Dostları mezar yapımı için para toplarlar. Saide Hanım mezar yapımı için toplanan paraları, oğlu Mesud’un Almanya’da tahsili için harcar. Ne yazık ki Cemil Bey’in mezarı yapılmadığı için kaybolur. Kaderin cilvesi! DEVAM EDECEK
Kaynak: Ecz. Emin Akan: Tanburi Cemil Bey.
Dr. Nazmi Özalp: TÜRK MUSİKİSİ TAHİRİ - 2. Cilt (TRT Yayını)
Yılmaz Öztuna: BÜYÜK TÜRK MUSİKİSİ ANSİKLOPEDİSİ - 1. Cilt (M.E.B.)
Nuri Özcan: İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ -7. Cilt (T.D. Vakfı Yayını)
TÜRK ve DÜNYA ÜNLÜLERİ ANSİKLOPEDİSİ - 3. Cilt