Hatıralarla Türk Mûsikîsi (108) Garplı Gözüyle Türk Musikisi -3
Cinuçen Tanrıkorur, “MÜZİK KİMLİĞİMİZ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER” isimli kitabının 16, 17 ve 18. Sayfalarında “Türk Mûsikîsinin adı Alaturka mı?” başlıklı yazısında özetle şöyle yazmış.
İki ayrı uzmanın MEYDAN LAROUSSE Ansiklopedisi’ndeki tanımına bakın. MÜZİK NEYİMİŞ: “Melodi, ritm ve armoni bakımından ele alınan seslerin bilimi. Peki, ya mûsikî, Alaturka Mûsiki?” Yâni mûsikî, melodi ve ritm olup da armonisi olmadığı için müzik değil, müzik de alaturka olmadığı için mûsikî değil!
Beğendiniz mi?
İlâhi ansiklopediciler! Şu tutumunuz var ya Tanzimat depreminden bu yana Türk Aydınının içine düştüğü “beyin travması”nı o kadar güzel anlatıyor ki!
Bir Kere, mûsikî; seslerin bilimi değil, sanatıdır. (Ses bilimine herhalde biraz “Akustik” denir.) Bu bir. İkincisi, sizin “Alaturka” dediğiniz, Türk Mûsikisî’nin değil, beyin özürlülerde düşünce ve davranış bozukluğunun adıdır.
Misafirini pijama ile karşılamak, arabasının kapısının camını açıp, kül tablasını yola boşaltmak, konserde yanındakiyle sohbet etmek, cak-cuk çiklet çiğnemek veya durmadan yüksek sesle konuşmak, gürültülü bir şekli öksürmek, oruçlunun yüzüne sigara dumanı üflemek gibi.”
“Bir kısmı bilgisizlikten, bir kısmı da kendilerini ‘alafranga’ saydıkları için, kendi mûsikîlerinden (afedersiniz) ‘alaturka helâ’ der gibi ‘alaturka mûsikî’ diye bahsederler.
Cinuçen Tanrıkrur, devam ediyor; “Mehter Mûsikîmiz, Batı’nın ordularını korkuttu ama bestecilerini etkiledi. 18. Yüzyıl başlarından itibaren İmparatorluğun askerî gücü zayıflamaya başlıyor ama alla turca yâni Türk Müziği tarzında opera, senfoni, konçertolar besteleme modası salgın halini alıyordu. Batı’da “Türk Asrı” olarak bilinen 18. Yüzyılda Handel ile başlayan “Türk konulu Opera” akımı Gluck, Gretry ve Haydn’ın besteleriyle moda olmuş, Mozart ve Beethoven gibi dâhiler bile bu etkiden kendilerini kurtaramamışlardı.”
“İşte, dilimizde “alaturka” şeklinde söylenen İtalyanca ‘alla turca’ sözü, uluslararası bir müzik terimidir ve sadece Türk (askerî müziği) tarzında” demektir. Ne var ki Napolyon’un dostu 3. Selim ile başlayıp, 2. Mahmut ile yerleşen Batı hayranlığı, İngiliz ajanı Mustafa Reşit Paşa’nın 16 yaşındaki çocuk Padişaha imzalattığı Tanzimat komplosuyla gerçek bir kangrene dönüşünce, beyin travmasına uğrayan Osmanlı Aydınının gözünde Batı’dan gelen her şey modern, güzel, faydalı… yâni alafranga, kendinin olan her şey, geri, çirkin, zararlı… yâni alaturka oldu.”
1988 yılının Haziran ayında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Ankara’da organize ettiği; “MÜZİK KONGRESİ”nde 12. sırada, “TÜRKİYE’NİN TANITIMINDA MÜZİĞİN YERİ” bildirisiyle katılan Cinuçen Tanrıkorur, özetle şöyle demişti; “Kültür Bakanlığınca ciddi bir kültür politikasının tespit edilmediği açıkça görülmektedir. “
Cinuçen Tanrıkorur şöyle devam ediyor; “Mart ayında, Dışişleri Bakanlığımızca Hollanda ve Almanya’da solo resitalleri vermekle görevlendirilmiş, ilk defa Türk Büyükelçisi tarafından alanda karşılanmış ve büyükelçilik konutunda misafir edilmiş bir Klâsik Türk Mûsikîsi sanatçısı sıfatıyla bulunuyorum. Beni karşılamaya gelmiş bir Türk Büyükelçisi görmenin mutluluğuna inanamayan gözlerim, hayretler içinde bir sorunun cevabını ararken, Büyükelçi Sayın İsmet Birsel’in şu cevabı ile daha da şaşırmış ve mutlanmıştım.
“Geçen hafta Gürer Aykal Bey ile Suna Kan Hanımefendi’yi karşılamaya gelmiştim. Siz de benim Devletimin sanatçısısınız. Sizi inicin karşılamayayım?”
“1980’de TRT Müzik Dairesi Başkanlığında bulunduğum sırada Hollanda’ya, TRT Oda Orkestrası ile Halk Müziği Sanatçıları topluluğumuzu gönderdiğim zaman sadece Oda Orkestrası Üyelerinin elini sıkıp hoş geldiniz diyen, Halk Müziği Sanatçılarımızın ise yüzüne dahi bakmadan çekip giden, konserlerimizi heyecanla alkışlayan Hollandalılara, ‘bunda alkışlayacak ne buluyorsunuz Allahaşkına’ diye soran Konsoloslar da olmuştur Türkiye’nin.
DEVAM EDECEK
Kaynak: Cinuçen Tanrıkorur: MÜZİK KİMLİĞİMİZ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER- KÜLTÜR ve TURİZİM BAKANLIĞI 1. MÜZİK KONGRESİ – Sayfa: 55-57. Sayfa: 16-18