Çorum
Açık
19°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
39,4905 %0.31
45,4367 %-0.27
Ara

KÜL

YAYINLAMA:
KÜL Uzun zamandır youtube'da gezgin kanallarını takip ediyorum. Dünyayı sırt çantalarıyla gezen bir sürü genç, orta yaşlı hatta yaşlı insanlar var. Ekonomik durumlarına göre gittiği yerde çadırda yatanı da var, en lüks oteller de konaklayanları da. İlk yayınladığı videolardan beri takip ettiklerim var aralarında. Onların zaman içinde koşullarını iyileştirdiklerini, zorluklarla baş edip sonunda daha konforlu şekilde seyahat ettikleri görüyorum. Çoğu ilk seyahatlerine çok az parayla çıkıyorlar ve devam etmenin bir yolunu buluyorlar. Çünkü istiyorlar, inanıyorlar ve azmediyorlar… Geçen günler de çok severek takip ettiğim gezginlerden birisi Türkiye' de ailesinin yaşadığı evin yandığı haberini verdi ve arkasından bir vlog yayınladı. Vlog da, gezdiği tüm ülkelerden getirdiği anılarının küllerinin üzerinde bir sandalye de oturmuş yaşadıklarını anlatıyordu. O'nun acısının ve üzüntüsünün içinden bir hikaye yakaladım. Bu hikaye o an yaşadığı tüm hayal kırıklığını, tüm hüznü silip süpürdü gözümde. Simsiyah duvarlar arasında, küllenmiş eşyalar üzerinde oturan o kişi, o şeylerden daha fazlasına  sahip olduğunun bilincine çağırılmak üzere oturuyordu orada… Anlattığı hikaye şöyleydi; Çok az parayla başladığı dünya turunda parası çok kısa sürede bitiyor. Bileklik yapıp satarak turuna devam ediyor. Böyle bir kaç ülke gezdikten sonra Singapur'a gidiyor. Planı bu  ülkede de bilekliklerini satarak gezisini tamamlamak. Fakat ülkede satış yapmasına izin vermiyorlar. Dönüş biletini önceden satın aldığı için de başka ülkeye geçemiyor. Ve ülkeden çıkışına üç gün kala, parası yok denebilecek kadar az kalıyor. Gece hava karardıktan sonra ağaçların arasına giriyor uyumak için. Ve sadece su içerek geçiriyor günleri. Gitmesine üç gün kala yaşadıklarını  kendi anlatımıyla aktarıyorum; "Kapkaranlık bir yerde, çimenlerden yürüyorsunuz. Tam Seven Eleven'ın ışıklarının vurduğu bir kaldırım başlıyor. Benim vücudumun üstü karanlıkta elim Seven Eleven'ın ışığının altında. Böyle baktım iki, iki buçuk dolarım var avucumda. Daha üç günüm var. Dedim bunu şimdi harcarsan üç günü nasıl idare edeceksin. Para elimde, avucumu kapattım. Cebime koydum, gittim. Bisikletinin arkasında bagajı olan bir adam geldi yanıma. Selam verdi. Napıyosun, nasılsın,  iyimisin, dedi. Dünyayı geziyorum falan filan… Çadırda kalıyorum işte bileklik satarak dünyayı geziyorum, dedim. Param yok demedim. Hiç açlıkla ilgili bir şey de söylemedim. Adam çantasından çıkardı bana üç kap yemek verdi. Seven Eleven'lar da böyle hazır pişirmelik yemekler varya onlardan. Yok dedim, ben almam teşekkür ederim. Çünkü anladım ki adam da müşkül bir adam. "Lütfen al bunu dedi, mutlu olurum" dedi. Adam gitti. Bakın adamın gidip geri gelmesi en fazla doksan saniye sürmüştür. Ben bir tanesini tamamen yedim, ikincisinin de yarısını bitirdim. Adam geri geldi, bana içecek vermek için gelmiş. Beni görünce, bisikletini yukarda bırakmıştı tekrar bisikletine gitti, böyle kucak dolusu yemekle geri geldi. Hazır paket yemeklerle… "Senin bunlara benden daha çok ihtiyacın var, biliyorum hiç bir şey söyleme. Ben müslüman da değilim. Dinsizim ama bunu dedi, inan beni bugün sana Tanrı gönderdi. Bunları kabul et dedi." İşte bu hikayeyi dinleyince yangın yerinde oturmuş Mehmet arkadaş bana küllerinden doğacak Anka Kuşu'nu hatırlattı. Çünkü O'nu memleketinden çok uzakta, yalnız, aç, çaresiz bırakmayan bu küllerin arasında da bırakmayacaktı. Avuçlarını ışığa uzattığı o akşam O'na ihtiyacı olan yemek nasıl verildiyse ne zaman neye ihtiyacı olursa verilecekti. Babam üzgün olduğum da bana; " Allah var, gam yok" derdi. O'nu hep uzaklar da aramış olan bana ise bir gün bir ses şöyle dedi; "Kulum seninleydim. Sen kiminleydin?" Yanan külün içindeydim. Açılmış avuçları dolduranım. Açları doyuran, kimsesizlerin kimsesiyim. Olmadığım bir yer yok ki sana, çıkıp ta kendimi göstereyim. O'nun olduğu yerde zaferdir belki yanmak, yanıp yanıp kül olmak… Yoktan var edecek yine seni yeşertecek. Avuçlarını ışığa doğru yeniden uzat sadece…
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *