Kalabalık Yalnızlık
İnsan bazen öyle bir yere gelir ki konuşacak çok insanı olur ama anlatacak hiçbir şeyi kalmaz. Gülümsemelerle çevrili yüzler, ama içini ısıtmayan bir tek kelime yoktur ortalıkta. Kalabalığın tam ortasında yapayalnız kalmak, sessizliğin değil, gürültünün ortasında boğulmaktır. Ve işte o zaman anlar insan: Yalnızlık, bazen bir odada tek başına oturmak değildir. Bazen bin kişinin arasında kendine yer bulamamaktır.
Kalabalıklar, ilk bakışta güven verici görünür. İnsanları çevremize toplarız, arkadaşlıklar kurarız, sosyal medya takipçileri, grup sohbetleri, davetler… Ama sonra fark ederiz ki, bu çoğulluk yalnızlığımızı örtmeye yetmez. Hatta çoğu zaman daha da derinleştirir. Çünkü önemli olan kaç kişiyle çevrili olduğun değil, kaç kişi tarafından gerçekten anlaşıldığındır.
Bir kafede etrafı izlerken bunu sıkça hissederim. Her masada bir telaş, bir kahkaha, bir hikâye… Ama bakışlar hep başka yerlere dalar. Herkes konuşuyor ama kimse birbirini dinlemiyor gibi. Göz göze gelmekten kaçan, duymak istemediğini duymuyormuş gibi yapan insanlarla dolu etraf. Belki de en çok burada belli olur kalabalık yalnızlık: Yan yana ama uzak, birlikte ama ayrı...
Yalnızlığımızı kalabalıklarla maskeliyoruz bazen. Giderek daha çok konuşuyoruz ama daha az şey söylüyoruz. Hep birileriyle olma hali, kendimizle yüzleşmemek için uydurduğumuz bir kaçış planı mı acaba? Belki de kalabalığın içinde yalnız kalmak, gerçek yüzümüzle baş başa kalmaktan daha kolaydır.
Yalnızlık, kabullenildiğinde bir huzura dönüşebilir belki. Ama kalabalıklar içinde yaşanan yalnızlık… O, insanın kendi sesini bile duyamayacak kadar gürültülü bir yalıtılmışlıktır. Ve bu yüzden, bazen sessizlik değil, suskunluk boğar insanı. Çünkü suskunluk, duyulmamış cümlelerin kalpte yankılanmasıdır.