Belki Gittiğin Yerde Seni Beklemiyorlardır
Bazen bir yere ait olma hissiyle yürürüz. Adımlarımızı, o "orası"nın bizi çağırdığına inanarak atarız. Belki bir şehir, belki bir insan, belki de sadece zihnimizde kurduğumuz bir sığınaktır orası. Giderken yanımıza alırız bütün umutlarımızı, bütün korkularımızı. "Orada her şey daha güzel olacak," diye fısıldarız kendimize. Peki ya değilse?
Ben de gittim. Giderken sırtımda taşıdığım o ağır "belki"ler vardı. Belki orada sevilecektim, belki anlaşılacaktım, belki nihayet ait hissedecektim. Oysa vardığım yerde bekleyen, hayal ettiğim manzara değildi. Sokaklar aynı sokaklardı, yüzler aynı yüzler. Hatta belki biraz daha yabancı, biraz daha soğuk.
İnsan kaçtığı şeyden kurtulamazmış derler. Bense gittiğim yerde kendimden kurtulamadım. Aynı hüzün, aynı tereddütler, aynı boşluk hissi... Sanki ruhum bir valizdi ve ben onu nereye götürürsem götüreyim, içindekiler değişmiyordu.
Sonra anladım. Belki de gittiğimiz yerler bizi beklemiyor. Belki de bekleyen, sadece kendimiziz. Yolculuklar bize bir şey vaat etmiyor, sadece bize kendimizi gösteriyor. Varış noktasında bulduğumuz şey, aslında yanımızda taşıdığımızdan başkası değil.
Şimdi daha dinginim. Gitsem de kalsam da fark etmiyor. Çünkü bekleyen bir yer yok, bekleyen bir ben varım. Ve belki de aradığım her şey, tam da bıraktığım yerde duruyordur.