Her Endişeyi Yenmek Zorunda Değiliz
Bazen içimde öyle yoğun bir endişe beliriyor ki, sanki bütün varlığımı işgal ediyor. Onu yenmeye, bastırmaya, yok etmeye çalışıyorum. Fakat ne kadar çabalarsam, o da o kadar büyüyor. O an fark ediyorum: Her endişeyi yenmek zorunda değilim. Bazı endişelerle yaşamayı öğrenmek, onları varlığımın doğal bir parçası gibi kabul etmek daha doğru geliyor.
Hayatın bana yüklediği kaygıları saymaya kalksam, sonu gelmez. Gelecek, çocuklarım, işim, sağlığım… Her biri aklımın bir köşesini tırmalıyor. Önceden sanıyordum ki huzur, bütün endişelerden arınmakla mümkün olacak. Şimdi ise anlıyorum ki huzur, endişeyi yok etmek değil, onunla aynı sofraya oturabilmek.
Kimi endişeler bana dikkatli olmayı öğretiyor. Beni diri tutuyor, ayağımı yere sağlam bastırıyor. Bazılarıysa gelip geçici bir misafir gibi, sadece uğrayıp gidiyor. Onların ardından büyük bir savaş vermek yerine, pencereyi açıp esip geçmelerine izin vermek daha kolay.
Her endişeyi yenmek gerekseydi, insan sürekli savaş halinde olurdu. Oysa bazen yapılacak en doğru şey, yenmeye çalışmamak. Endişeyi kabul etmek, hatta onu biraz anlamaya çalışmak. Belki de insan, kendi kırılganlığını en çok böyle anlıyor.
Ben artık şunu biliyorum. Endişesiz bir hayat mümkün değil. Ama endişe ile kavgasız bir hayat mümkün. Ve belki de asıl güç, endişeleri yenmekte değil, onlarla barışabilmekte saklı.