Meşguliyetin Bütün Gürültüleri Bastırması
Bazen düşünüyorum da ben mi hayatın içinde koşturuyorum yoksa hayat mı beni önüne katıp sürüklüyor? Ellerim sürekli bir şeylerle meşgul... Kitap sayfaları, kalemler, defterler, belgeler… Gün boyu bir uğraşın içinde debelenirken dışarıdan gelen sesler siliniyor. Ne kalabalığın uğultusu ne sokaktan geçenlerin bağırtısı. Hatta ne de kendi içimdeki huzursuzluğun fısıltısı duyuluyor. Meşguliyet, bir perde gibi iniyor üzerime, dünyayı susturuyor.
Ama bu susturuş her zaman huzur vermiyor. Gürültüyü bastırdığı gibi, belki de hakikati de bastırıyor. Düşünmekten kaçmak için uğraşıyorum sanki. Kalabalık işlerin arasına gizlenerek kendimle yüzleşmekten sakınıyorum. Boş kaldığımda başımı kaldırıp kendime bakacak olsam, belki de göreceğim şey hoşuma gitmeyecek. O yüzden işlere sarılıyorum, tıpkı suskunluğu örten bir fon müziği gibi.
Yine de kabul etmeliyim. Meşguliyetin bu gürültü bastıran hali bazen bir nimete dönüşüyor. Bir kitap yazarken, bir derse hazırlanırken, küçük bir ayrıntıya odaklandığımda dünya çekilip gidiyor. Kendi yankım kalıyor sadece. Belki de insanın asıl ihtiyacı budur: Dış sesleri kapatıp içteki sesi duyabilmek. Gürültüyü bastırmak değil, asıl sesi bulmak için meşgul olmak.
Ben hâlâ emin değilim. Beni hayata bağlayan şey uğraşın kendisi mi yoksa onun sayesinde susturabildiğim gürültü mü? Bildiğim tek şey, meşguliyetin içinde kaybolduğumda bir süreliğine kendimden bile kurtulabildiğim. Belki de bütün mesele, o kısa sürelerin kıymetini bilmekte.