Süleymanın Tacı -2
Geçen hafta paylaştığım Süleyman’ın Tacı şiirini ilk defa, bir film sahnesinde duymuştum. Sadece iki cümle ile özetlemişlerdi ve o sırada bulunduğum sinemada film bitmeden hemen elime telefonumu alıp, şiiri arama motorunda aratmıştım. Şiirin tamamı karşıma çıktı. Okuduğumda aklıma Süleyman Peygamber geldi. Cinlere, hayvanlara, rüzgara hükmettiği söylenen Süleyman Peygamber… Hakkında daha fazla meraklandım fakat sinemada olduğum için araştırmamı erteleyerek filme devam ettim.
Sonrasında şiiri sizinle paylaşmak istediğim gün arama motoruna yeniden “Süleyman’ın Tacı şiiri“ yazdım. Bu sefer karşıma Kanuni Sultan Süleyman ve o koca tac çıktı. Dört katlı olduğu yazılan bu tacı görünce ilgim tamamen bu yöne kaydı ve hakkında yazılanları okudukça şiirin bu hikayeye çok yakıştığını düşündüm.
Benim sayılarla aram yoktur. Öyle ki tarihlerle bile yoktur. Hangi sene, hangi gün, hangisi öncesi, hangisi sonrası. Sayılarla ilişiklidir, zaman algım da yıllardır farklı işliyor. Hayatı aylar, yıllar, günler olarak bölmüyorum. Duygu, düşünce ve durum döngüleri olarak algılıyor ve yaşıyorum. Bundan dolayı Mevlana Celaleddin Rumi’nin, Kanuni Sultan Süleyman’dan önce yaşamış olması, bu şiirin Sultan Süleyman’ada yazılmış olabileceği tezimi çürütmüyor. Tıpkı bir fidan dikip gölgesinde kimin gelip oturacağının bilinmeyişi gibi…
Gölgeye ve dinlenmeye ihtiyacı olan her kimse o oturacak. Kim oturuyorsa da o ağaç onun için dikilmiş olacak.
Geçen gün bir sıkıntı çöktü içime evde. Duramadım attım kendimi dışarı, yürüyorum, hızlı hızlı. Ben sıkıntıdan kaçıyorum o arkamdan geliyor sanki. Bir yandan da sıkıntıyı yokluyorum nedir çıkış noktası, neden sıkıyor içim beni?
Farkettim ki içim bir şey yapmak istiyor, aklım onu durduruyor. İçim, aklım onu durdurduğu için beni sıkıştırıyor. Aklıma uymuşum ama içim rahat durmuyor.
Bu arada da önümden bir kadın, yanında iki çocuk yürüyor. Geçmek istiyorum işgal etmişler kaldırımı, onlara sinirleniyorum bir yandan. Geçmek istiyorum çocuklar da didişiyor, biri diğerini itiyor öbürü ona vuruyor. Kısa bir süre onlar önde ben arkada yürüdük. Tam geçecek olduğum sırada kadın dayanamadı, birden bağırdı, çocuklardan birine dedi ki;
Şununla inatlaşıp durma!
Şakkk! O ses beni kendime getirdi. Hemen o an akılıma dedim ki, şu içimle inatlaşıp durma. Bırak ne istiyorsa yapsın ikimizde rahat edelim. Ohh bir ferahladım rahatladım ki. İçime izin verdik, tamam o konuda istediğini yap dedik.
Kadın ve çocukları durdurup teşekkür edecektim. Ama bir an düşündüm, etmedim. Bu sefer de içime dönüp, şartları çok zorlama, bu konuda da aklımızı dinleyelim, dedim.
Yalnız Kanuni Sultan Süleyman olsaydım, Mevlana’ya kesin bir teşekkür ederdim. Oturur bir mektup yazar, görevlisi kimse, al şunu postala derdim. Sultanım, Mevlana öldü, yıllar oldu derlerse de, “Ölen hayvan imiş, aşıklar ölmez” (Yunus Emre) derdim.
Postacı ne mi yapar, onu da artık o düşünsün…