Çorum
Kapalı
13°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
41,9371 %0,24
48,9238 %0,44
Ara

Süleymanın Tacı -2

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Geçen hafta paylaştığım Süleyman’ın Tacı şiirini ilk defa, bir film sahnesinde duymuştum. Sadece iki cümle ile özetlemişlerdi ve o sırada bulunduğum sinemada film bitmeden hemen elime telefonumu alıp, şiiri arama motorunda aratmıştım. Şiirin tamamı karşıma çıktı. Okuduğumda aklıma Süleyman Peygamber geldi. Cinlere, hayvanlara, rüzgara hükmettiği söylenen Süleyman Peygamber…  Hakkında daha fazla meraklandım fakat sinemada olduğum için araştırmamı erteleyerek filme devam ettim. 

Sonrasında şiiri sizinle paylaşmak istediğim gün arama motoruna yeniden “Süleyman’ın Tacı şiiri“ yazdım. Bu sefer karşıma Kanuni Sultan Süleyman ve o koca tac çıktı. Dört katlı olduğu yazılan bu tacı görünce ilgim tamamen bu yöne kaydı ve hakkında yazılanları okudukça şiirin bu hikayeye çok yakıştığını düşündüm. 

Benim sayılarla aram yoktur. Öyle ki tarihlerle bile yoktur. Hangi sene, hangi gün, hangisi öncesi, hangisi sonrası. Sayılarla ilişiklidir, zaman algım da yıllardır farklı işliyor. Hayatı aylar, yıllar, günler olarak bölmüyorum. Duygu, düşünce ve durum döngüleri olarak algılıyor ve yaşıyorum. Bundan dolayı Mevlana Celaleddin Rumi’nin, Kanuni Sultan Süleyman’dan önce yaşamış olması, bu şiirin Sultan Süleyman’ada yazılmış olabileceği tezimi çürütmüyor. Tıpkı bir fidan dikip gölgesinde kimin gelip oturacağının bilinmeyişi gibi…

Gölgeye ve dinlenmeye ihtiyacı olan her kimse o oturacak. Kim oturuyorsa da o ağaç onun için dikilmiş olacak.

Geçen gün bir sıkıntı çöktü içime evde. Duramadım attım kendimi dışarı, yürüyorum, hızlı hızlı. Ben sıkıntıdan kaçıyorum o arkamdan geliyor sanki. Bir yandan da sıkıntıyı yokluyorum nedir çıkış noktası, neden sıkıyor içim beni? 

Farkettim ki içim bir şey yapmak istiyor, aklım onu durduruyor. İçim, aklım onu durdurduğu için beni sıkıştırıyor. Aklıma uymuşum ama içim rahat durmuyor.

Bu arada da önümden bir kadın, yanında iki çocuk yürüyor. Geçmek istiyorum işgal etmişler kaldırımı, onlara sinirleniyorum bir yandan. Geçmek istiyorum çocuklar da didişiyor, biri diğerini itiyor öbürü ona vuruyor. Kısa bir süre onlar önde ben arkada yürüdük. Tam geçecek olduğum sırada kadın dayanamadı, birden bağırdı, çocuklardan birine dedi ki;

Şununla inatlaşıp durma!

Şakkk!  O ses beni kendime getirdi. Hemen o an akılıma dedim ki, şu içimle inatlaşıp durma. Bırak ne istiyorsa yapsın ikimizde rahat edelim. Ohh bir ferahladım rahatladım ki. İçime izin verdik, tamam o konuda istediğini yap dedik. 

Kadın ve çocukları durdurup teşekkür edecektim. Ama bir an düşündüm, etmedim. Bu sefer de içime dönüp, şartları çok zorlama, bu konuda da aklımızı dinleyelim, dedim.

Yalnız  Kanuni Sultan Süleyman olsaydım, Mevlana’ya kesin bir teşekkür ederdim. Oturur bir mektup yazar, görevlisi kimse, al şunu postala derdim. Sultanım, Mevlana öldü, yıllar oldu derlerse de, “Ölen hayvan imiş, aşıklar ölmez” (Yunus Emre) derdim.

Postacı ne mi yapar, onu da artık o düşünsün…

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *