Mobbing Artık Daha Net
Sevgili okurlar, uzun bir aradan sonra tekrar çok sevdiğim köşemde buluştuk. Bugün hep beraber iş hayatının görünmeyen ama en yıpratıcı sorunlarından biri olan mobbingi konuşalım istiyorum. Mobbing kavramı Türkiye’de uzun yıllardır tartışılıyor. Ancak çalışanların şikâyetleri ile hukuki ispat hususları arasında çoğu zaman bir uçurum olduğundan işler sarpa sarıyordu. Zira bildiğiniz üzere, mobbing fiziksel bir iz bırakmayan; çoğu zaman sistematik baskı, dışlama, küçük düşürme ve yıldırma davranışları üzerinden ilerleyerek kişiyi psikolojik olarak zarara uğratan bir kavram. Bu nedenle mağdurun yaşadığını anlatması kolay olsa da, bunu somut olarak kanıtlaması oldukça zordu.
Son dönem Yargıtay kararlarında ise önemli bir değişim dikkatleri üzerine çekiyor: Mahkemeler artık mobbing iddialarını daha geniş bir çerçevede, iş yerindeki genel atmosferi ve yönetim tarzını da değerlendirerek inceliyor. Yargıtay, birden fazla olayın birbirine eklemlenmesiyle ortaya çıkan davranışları “süreklilik” şartıyla birlikte ele alıyor ve çalışanı koruyan bir yaklaşım benimsiyor.
Bir başka ifadeyle, mobbing artık sadece “aşırı baskıcı bir yöneticinin tekil davranışı” olarak görülmüyor. Sürekli görev yerinin değiştirilmesi, çalışanı dışlayan iletişim dili, sistematik şekilde iş yükünün artırılması, performans baskısının psikolojik bir araç hâline gelmesi gibi tüm eylemler, artık bir bütün olarak değerlendiriliyor.
Bu yaklaşımın önemi büyük. Çünkü Türkiye’de işçilerin çoğu, mobbing nedeniyle işten ayrıldığında “haklı fesih” iddiasını ispat edemediği için haklarını kaybediyordu. Özellikle kıdem tazminatı, manevi tazminat, fazla mesai gibi alacak kalemlerinde kayıplar yaşanıyordu. Yeni yaklaşımın çzigisi ise işçinin hukuki koruma zeminini güçlendiriyor ve işverenlerin yönetim hakkını sınırsız bir baskı aracına dönüştürmelerinin önüne geçiyor.
Tabii ki bu durum, işverenlerin elini kolunu bağlayacak bir uygulama değil. Aksine, sağlıklı kurumsal kültüre sahip şirketler için bir fırsat. Bugün birçok şirket, insan kaynakları politikalarını yeniliyor; çalışan memnuniyetine dayalı, toksik yönetim stiline karşı sıfır tolerans ilkesini benimsiyor. Çünkü artık herkes çok iyi biliyor ki mobbing, sadece bir çalışanın değil, bir organizasyonun tamamının verimliliğini ve itibarını etkileyen bir sorun.
Hukukun görevi burada net: İşçinin kişilik haklarını korumak ve iş yerinde insan onurunu zedeleyen her türlü davranışı denetlemek. Yargıtay’ın güncel kararları da tam olarak bu çizgiyi güçlendiriyor. Bu nedenle çalışanlar mobbing yaşadıklarında artık hak arayışına girerken daha umutlu olmalı; işverenler ise yönetim hakkını kullanırken daha dikkatli ve profesyonel davranmalı.
Sonuç olarak, mobbing kavramı büyüyor mu, yoksa biz nihayet onu doğru tanımlamayı mı öğreniyoruz? Belki her ikisi de doğru. Ancak ortada tartışmasız bir gerçek var: İş yerinde psikolojik taciz artık daha görünür ve yargı tarafından daha ciddiye alınır bir noktada.
Bu ise toplum olarak daha sağlıklı çalışma ilişkilerine doğru ilerlediğimizin, geliştiğimizin önemli bir göstergesi.
Psikolojik olarak yıpranmamak, sağlıklı bir mentale sahip olarak ve mutlu olduğumuz, huzurlu bir çalışma ortamında çalışmak hepimizin hakkı. Dilerim herkes huzurlu ve mutlu bir hafta geçirir.