Asgari Ücret Tartışması Gündemden Kalkmalı
Türkiye’nin üyesi olduğu Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 1919 yılında kurulmuş, 187 üye ülkede çalışma barışını sağlamak ve emeğin sömürüsünü önlemeye yönelik olarak hazırlanan sözleşmelerle, üye ülkeleri ülkelerinde bu koşulları uygulamaya davet eden uluslararası bir örgüttür. Üye ülkelerce ILO Sözleşmelerini imzalamak isteğe bağlı olurken, imzalanan sözleşmelere uymak zorunludur.
1932 yılında üye olduğumuz ILO'da ülkemizin işçi kesimi Türk-İş tarafından temsil edilmektedir. Türk-İş’in Disk vb diğer sendikalara da toplu sözleşme hakkını sınırlandıran %10 baraj uygulamasının kaldırılmasını ILO uyarına rağmen korumak için verdiği savaşımı işçi haklarını geliştirecek hükümlerde göstermiyor olması uzun zaman eleştirilere konu olmuş, 2013-2018 yılları arasında yapılan düzenlemelerle %10 barajı düşürülürken işkolu sayısının da düşürülmesinin yanı sıra toplu sözleşme ve grev haklarını sınırlayarak sendikalaşma oranın sön derece düşmesi ile sonuçlanan düzenlemeler hayata geçirilmiştir.
İLO tarafından 1928 Tarihli ve 26 Sayılı Asgari Ücret Belirleme Yöntemi Sözleşmesi Türkiye tarafından 29 Ocak 1975 tarihinde kabul edilerek uygulanmaya başlanmıştır.
29 Nisan 1972 tarihinde yürürlüğe sokulan 131 sayılı Zambiya, Kamerun ve Kenya gibi ülkelerin dahi imzaladığı, insan onuruna yakışır bir asgari ücret belirlenmesi için ülkeleri zorlayan sözleşmeye “Asgari Ücret Belirleme Sözleşmesi“ Türkiye tarafından imzalanmayarak, günümüzde yaşanan milyonlar açlıkla boğuştuğu ortam sürdürülmektedir.
Türkiye, insan onuruna yakışır bir asgari ücret belirlenmesi için ülkeleri zorlayan Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 131 sayılı sözleşmesini imzalamayarak; Türkiye’de asgari ücret belirlenirken imzalanan bekar bir işçinin ihtiyaçlarını içeren dar kapsamlı ve yıllık artışlar enflasyon (TÜFE) ile kısmen de büyümeye göre yapılamayacaktı. Asgari ücret tespit komisyonu olarak belirlenen işveren ve hükümet temsilcilerinin kararı ile işçilerin pazarlık şansını ortadan kaldıran yapının ortadan kalkması gerekecekti.
131 sayılı sözleşme imzalanmış olsaydı hükümet, bekar bir işçinin değil, ailenin geçinebileceği bir ücreti belirlerken; gıda, barınma (kira), giyim, sağlık, eğitim, ulaştırma, kültürel ve sosyal ihtiyaçlar dikkate alınacak, tespit edilen ücret hiçbir şekilde açlık sınırının altına düşürülemeyecekti.
Türkiye Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 131 sayılı sözleşmesini imzalamış olsaydı komisyonun yapısı daha adil olacak, işçi tarafının veto hakkı doğacak, asgari ücretin hangi kriterler ve veriler esas alınarak belirlendiğine ilişkin kamuoyuna şeffaf şekilde açıklama yapılacak, asgari ücrete karşı ‘Aile geçimini karşılamıyor’ denilerek mahkemelere dava açılabilecek, Anayasa Mahkemesi’ne kişisel başvuru yapılabilecekti. Sözleşme gereği asgari ücret açlık sınırının üstünde, yoksulluk sınırına yakın belirlenecekti.
Gerçi imzaladığımız sözleşmelere ne denli uyum sağladığımız da ayrı tartışma konusu. Nitekim ILO tarafından 1973 tarihinde imzaya açılan 163 No’lu “Asgari Yaş Sözleşmesi”; “Doğası veya yapıldığı koşullar bakımından genç kişilerin sağlığını, güvenliğini veya ahlakını tehlikeye düşürebilecek her türlü istihdam veya çalışmaya kabul için asgari yaş 18'in altında olmayacaktır.” Hükmü 30 Ekim 1998 tarihinde Türkiye de de yürürlük kazanmış olmasına karşın MESEM kapsamında çocuk ölümlerine yol açacak uygulamaları yeni istihdam çözümü olarak sanayinin kullanımına sunarken, 87 çocuğumuzu öldüren, sayısız evladımızın sakat kalmasına neden olan bu vahşi uygulamanın “EĞİTİM” olduğu safsatasını sürdürmekten utanmıyoruz.