Görünmez Bağlar
1997 yılında Cenevre'de bilim insanları, bir deney yaptı. Bu deneyde, bir zamanlar birbirine dokunmuş iki parçacık, birbirinden 11 kilometre uzağa ayrıldı. Ama hâlâ birbirine bağlıydı.
Birine dokunduklarında, diğeri de aynı anda tepki veriyordu.
Bu etki, ışığın hızından bile fazlaydı.
Bu olaya "kuantum dolaşıklığı” adı verildi. Birbiriyle eşzamanlılığa sahiptiler ve birbirlerinden eşzamanlı olarak etkileniyorlardı. Işık yılına yakın uzaklıkta olsa bile bu böyleydi.
Bir kez etkileşime giren iki parçacık, sonsuza kadar bir bütünün iki yüzü gibi kalıyor. Birinde olan şey, diğerine anında yansıyor.
Bugün bu prensip, kuantum veri iletimi için kullanılıyor.
Bilgi bir hat üzerinden değil, birlik üzerinden aktarılıyor.
İnsanlar arasında da aynen böyle bir iletişim yok mu?
Her güçlü temas aşk, acı, şükran ya da çatışma enerji alanlarımızı senkronize eder. Bu senkronizasyon sonucu bir bağ oluşur. Bu bağ birbirimizi hissetmemizi sağlar.
Bağlantımızın güçlü olduğu kişilerin acılarını sevinçlerini, sıkıntılarını, yoğun olarak yaşadıkları ne varsa içten bilir aynı anda hissederiz.
Bu yüzden bazen içinden "ona bir şey oldu" dersin ve bir haber gelir.
Ya da birini düşünürsün, o anda mesaj atar.
Yoğun bir şekilde seni düşünüyorsa aklından çıkmaz.
Düşündüğün anda seni arayan biri varsa birbirinize dokunmuş ve bağ oluşturmuşsunuzdur, güçlü bir bağ. Ve bu dokunuş fiziksel değildir. Fakat mistik bir olay da değildir.
Beynimiz ve kalbimiz anten gibi çalışır.
Birine odaklandığında, ona enerji yollamazsın, zaten var olan bağı aktif hale getirirsin.
Tıpkı bir parçacığa dokununca diğerinin değişmesi gibi, senin düşüncen de diğerinin alanını etkiler.
Bu yüzden kötü düşündüğünde bağ bulanır,
iyi niyetle düşündüğünde titreşim yeniden hizalanır.
Bilim artık söylüyor, evrende hiçbir şey birbirinden ayrı değil. Düşünce bile bir etkileşim biçimi.
Birini düşündüğünde tam o anda mesaj gelmesi kalplerin mesafeden daha hızlı konuştuğunun kanıtıdır.
Bana kızgın olduğunu biliyorum. Ya da beni çok sevdiğini, benden hoşlanmadığını da biliyorum, çok hoşuna gittiğimi de…
Konuşmamız gerekmez, anlatman gerekmez, benimde. İçimiz bilir, için bilir. Hatta bazen konuşmak iletişimi bozar çünkü insanlar genelde hissetmedikleri şeyleri konuşurlar. Bilinçaltı, korkular, insana hissetmediği düşünmediği şeyleri söyletir. İnsan konuşması gerektiğini düşündüğü şeyleri konuşur, asıl söylemek istediklerini değil. İşte ben bu yüzden yazmayı çok severim. Çünkü yazıda ses yoktur. Onu his yazdırır ve iç ses okur. Ben çok yalan konuştum ama yalan hiçbir şey yazmadım şimdiye kadar. Sessiz iletişim asıl varlığımızdan gelir. Ses akla aittir.
Ben bir de sarılmayı çok severim. Birini kucaklamak onu olduğu gibi kabul etmektir. Kollarınızı açar ve onu sarmalarsınız, varlığı kabulünüzdür her şeyiyle. Sarıldığında negatif duygular devreden çıkmıştır ve o bağ var ya, bu anlatılan bağ işte o bağ sımsıkı bağlanır.
Bu yüzden kabul eden herkesi şuan gönülden kucaklıyorum. Benden bazen hoşlanmadığınızı, bazen sevmediğinizi, bazen kızdığınızı biliyorum, bende öyle. Beşer bu, oluyor önüne geçemiyoruz. Ama kucaklaşınca zihin susuyor, bir tek kalbinin atışının sesini duyuyorum senin.
Şu hayatta tek derdimiz kabul görmek ya, ne yaparsak onun için yapıyor kabul görmek uğruna yaşıyoruz ya, işte kim olursan ol seni kabul ediyor ve gönülden kucaklıyorum…
Sende beni kucaklarsan bilir hissederim çünkü biz ruhu olan bedenler değil, bedenlenmiş ruhlarız. Ve bir bütünün parçalarıyız, birgün birleşmek üzere ayrılmış…