Dünya Haftanın Yedi Günü de Açık
Biz insanlar takvimlere bölüp sınıflandırdık hayatı. Pazartesi başladık, çarşambada yorulduk, cumada sabrettik, pazar günü ise ara verdik. Ama dünya, bizim bu bölümlendirmelerimizle ilgilenmez. O, zamanı da mekânı da bir bütün olarak yaşar. Onun için ne gece tamamlanmış bir kapanıştır ne de sabah yepyeni bir başlangıç. O, akışın ta kendisidir.
Çocuklar bahçede oynarken hangi gün olduğunu bilmezler. Gökyüzüne bakan bir yolcu, çarşambanın bulutuyla perşembenin bulutunu ayıramaz. Kuşlar haftanın hangi gününde ötüyor, rüzgâr hangi günde daha özgür, yıldızlar cuma gecesi daha mı parlak? Bilinmez. Çünkü dünya, bizi sayılarla değil, hislerle davet eder kendine.
Belki de insanın en büyük yanılgısı, hayatı sadece çalışılacak ve dinlenilecek günlerden ibaret sanmasıdır. Oysa yaşamak, pazartesiyle perşembe arasında sıkışacak kadar dar değildir. Yaşamak, haftanın yedi günü de açıktır. Bir sabah gözlerini açtığında duvar saatinden önce kuş sesleri karşılarsa seni, bil ki hayat hâlâ açık. Kapısı sana aralık.
O kapıdan içeri her gün girmek mümkün. Bir dostun gözünde, bir çocuğun gülüşünde, bir kitabın satırında ya da sahilde yürüyen yaşlı bir çiftin el ele tutuşunda… Dünya, haftanın yedi günü açık. Ama biz, çoğu zaman içeride ne olduğunu göremeyecek kadar meşgulüz. Ya geçmişin kalabalığıyla ya geleceğin bilinmezliğiyle.
Oysa dünya beklemez. Açık olan bir dükkân gibi değil, açık olan bir yürek gibidir. İçeri girmek için cesaret ister. Kendinle kalabilme cesareti. Telaşı bırakma kararlılığı.
Unutma, dünya haftanın yedi günü açık. Soru şu: Sen ne zaman içeri girmeye karar vereceksin?