Dünyanın Büyüsü Bozuldu
Bir zamanlar sabahları kuş cıvıltılarıyla uyanırdık. Güneş yavaşça yükselirken, pencerenin ardında titreşen ışıkla birlikte bir gün daha başlardı. O anlarda, dünya hâlâ büyülüydü. Her şeyin bir anlamı, her sesin bir yankısı vardı içimizde. Rüzgâr yalnızca ağaçları değil, ruhumuzu da okşardı. Fakat artık sabahları telefondaki bildirim sesleriyle uyanıyoruz. Güneş doğsa da fark etmiyoruz çoğu zaman. Çünkü başımızı kaldırmadan, parmaklarımızla dokunduğumuz sanal dünyada kayboluyoruz.
Dünyanın büyüsü bozuldu. Çünkü artık gözlerimizle görmüyor, ekranlarla yetiniyoruz. Bir çocuğun gözlerinde parlayan merakı değil, algoritmaların önerdiği videoları izliyoruz. Masalları unuttuk. Eskiden gece olunca yıldızlara bakıp “Acaba başka yaşamlar var mı?” diye düşünürdük. Şimdi gökyüzüne değil, gri bir apartman boşluğuna bakıyoruz.
Yavaşlığın, beklemenin, susmanın bir anlamı vardı eskiden. Bir mektup haftalarca yolculuk eder, açıldığında kalbimizi ısıtırdı. Şimdi her şey hızla geliyor ve hızla tükeniyor. Duygular da, anlar da, insanlar da birer bildirim kadar kısa ömürlü. Sabırsızlaştık. Her şeyi hemen istiyoruz. Beklemeye tahammülümüz kalmadı çünkü dünyanın büyüsü, o bekleyişin içindeydi.
Korkularımız değişti. Bir zamanlar ormanda kaybolmaktan ya da bir fırtınaya yakalanmaktan korkardık. Şimdi kendimiz olmaktan korkuyoruz. İçimizdeki sesin yerine, dış dünyanın bağırışlarını koyduk. Kendi yolumuzu bulmak yerine başkalarının izlerini takip ediyoruz.
Ama belki de büyü hiçbir zaman dışarda değildi. Belki dünya büyüsünü kaybetmedi de biz gözlerimizi kapattık. Belki hâlâ bir kuşun kanadında, bir çocuğun gülüşünde, bir çiçeğin tomurcuğunda saklıdır o eski sihir. Sadece biz çok gürültülüyüz artık. O yüzden duyamıyoruz.
Belki de yeniden susmayı öğrenmeliyiz. Telefonu kapatıp, pencereyi açmalıyız. Gökyüzüne bakmalı, rüzgârı yüzümüzde hissetmeli, yürümeli, beklemeli, dokunmalı, dinlemeliyiz. Çünkü belki de dünyanın büyüsü bozulmadı. Sadece biz, o büyüyü unuttuk.
Ve hatırlamak… Belki de büyünün ta kendisidir.