Adaletin Yaşı Olmaz: Suça Sürüklenen Çocuklar
Sevgili ve kıymetli okurlar. Bu hafta benim çok önemsediğim, çok ciddi ve toplumsal etkileri çok yüksek bir konuyu köşemize taşıyacağız: Mattia Ahmet Minguzzi… Ahmet’in yaşadıkları hepimizin yüreğini yaktı. Bu toplumsal bir acıdır. Toplumun konuşması, dert edinmesi, çözüm üretmesi, tekrarını engellemesi gereken bir konudur. Malumunuz toplum olarak zor bir eşikteyiz. Bir yanda çocuk masumiyeti, diğer yanda gittikçe karmaşıklaşan, organize hale gelen suçlar var. Bugün 12-13 yaşındaki çocuklar yalnızca sokak kavgasına değil; hırsızlık, yağma, uyuşturucu satıcılığı, çete bağlantıları gibi çok daha ağır eylemlere karışıyor. Peki, çocuk oldukları için görmezden mi gelmeliyiz? Cevabım çok net: Hayır.
Çocuk olmak bir ayrıcalık değildir; hele hele suçu araçsallaştıran ellerin oyuncağı olmuşsa, bu ayrıcalık artık korunamaz hale gelir. Adalet, yaşla değil; fiille ölçülür. Bu noktada, çocuklara yönelik cezai yaptırımların artırılması, artık bir ihtiyaç değil; bir zorunluluktur.
Çocuğun suça sürüklenmesini engellemek, onu suçun sonuçlarından muaf tutmak anlamına gelmez. Koruma, sorumsuzluk değildir. Bu, bugünkü çocuk ceza politikalarının anahtar yaklaşımı olmalıdır. Çünkü artık bazı çocuklar yalnızca mağdur değil; fail konumundalar. Ve bu failliği, bizzat suç örgütleri tarafından kışkırtılmış, silahlandırılmış ve yönlendirilmiş biçimde gerçekleştiriyorlar.
Bugün sokaklarda suç makinesine dönüştürülmüş çocuklar dolaşıyor. Bu çocuklar, yetişkin cezasından kaçmak için özellikle 18 yaş altı seçilerek suça sürülüyor. Hırsızlık, gasp, kasten yaralama hatta öldürme eylemlerinde bile “ceza almazsın” telkiniyle motive edilmiş durumdalar.
Cezaların artmaması, bu suistimal sistemini daha da güçlendiriyor. Bir noktadan sonra çocukların korunması, toplumun zarar görmesi pahasına gerçekleşmeye başlıyor. İşte bu noktada, cezaların artırılması yalnızca adaletin değil; kamu düzeninin ve sosyal barışın da gereği halini alıyor. Suç işleyen çocuk için rehabilitasyon elbette olmalıdır. Ancak bu süreç, cezai sorumluluğu kaldırmamalı, yalnızca ona ek olarak uygulanmalıdır. Cezasızlık, suçun kanıksanmasını beraberinde getirir. Unutmayalım: Eğitim, disiplinle başlar. Tüm çirkinlikler, cezasız kalan ilk suçun takipçisi olarak karşımıza çıkarlar.
Çocuğu sistem dışına itmeden, ama fiilinin de karşılıksız kalmamasını sağlayarak bir denge kurmak gerekiyor: Suçun ağırlığına göre hapis cezası verilmeli, ıslah evleri daha sıkı disipline alınmalı, aileleri suça teşvikte rol oynayan çocuklara “aile içi sorumluluk cezası” mekanizmaları geliştirilmeli, suç örgütlerine çocukları kullandıkları için çok daha ağır yaptırımlar uygulanmalı.
Çocukları cezasız bırakmak ne onları ne de toplumu iyileştirir. Suçun bilincine varan bir birey, yaşından bağımsız olarak eylemin sonuçlarına da katlanmalıdır. Aksi takdirde, yalnızca bireyi değil, toplumu da suça teslim etmiş oluruz.
Ceza hukukunun en temel amaçlarından biri de caydırıcılık fonksiyonunu sağlamak ve suç işlenmesinin önüne geçmektir. Dolayısıyla SSÇ (Suça Sürüklenen Çocuk) kavramı daha fazla suistimal edilmeden cezaları artırıcı ve caydırıcı bir sisteme geçilmesi şarttır. Evlat sahibi her ebeveynden de ricam önce insanlığı çocuklarına öğretmeleridir. Günümüz medyası ve sosyal medya platformlarının etkisine kapılan çocuklar suçun karanlık dünyasına çok daha kolay çekiliyorlar. Ebeveynlerin görevi hayatı öğrenen çocuklarına rehber olmak. Doğruyu ve iyiyi anlatmak, öğretmek. Yalnızca dünyaya getirmekle anne-baba olunmadığını hatırlatmak isterim. Ahmet’in davasının bu konulara emsal niteliği taşıması dileğiyle…