Benim Cennetim
Hangi yıl hatırlamıyorum. Cep telefonları var fakat internetle arasındaki bağ çok gelişmiş olmadığından, dijital bir veri taşımak için flash belleklere başvuruyoruz. O sıra gelinlik sattığım bir dükkanım var. Dükkanda bir laptop mevcut. Dikilmesi için müşteri tarafından seçilmiş gelinlik modellerini laptoptan beğeniyoruz fakat dijitaldeki bu fotoğrafları başka bir semtte bulunan atölyemize götürebilmem gerekiyor. Bunun içinde bir flash belleğe ihtiyacım var. Ulaşılması çok zor, pahalı ya da alması türlü prosedürler içeren bir şeymiş gibi gidip bir türlü almıyorum. Ne işe gelirken,ne iş çıkışında ne de işte lazım olduğunda. Hep aklımda oysa ki. Aklıma geldiği o an alabilirim ama yok almıyorum. Onun yerine o koca laptobu, ki o zamanlar epey ağırdılar, atölyeye taşıyıp geri getiriyorum. Cebimde varlığını bile hissetmeyeceğim minik işimi kolaylaştıracak o şeye ulaşmak yerine, her gün kendime koca bir şeyi yük ediniyorum. Neden mi, hiç bilmiyorum. Hep aklımda ama almıyorum, almıyorum işte…
Bir gün dükkanda otururken içeri babamın bir arkadaşı girdi Cemal Amca, her hafta gelir gazete bırakır babama vermem için.
Gazetesini bıraktı sehpanın üzerine. Sonra cebinden küçük gri metal bir kutu çıkarıp bana uzattı. Aldım, ne şirin bir kutu dedim ve kutuyu açtım merakla. İçinden anahtarlıklı bir flash bellek çıktı. Metal, çevir kapaklı. Benim balık kavağa çıkınca kırtasiyeden alacağım gibi uyduruk plastik bir şey değil. Şık bir tasarım. Küçük bir hediye fakat benim için büyük, aynı zamanda oldukça şaşırtıcı!
Aaa dedim. Uzun zamandır buna ihtiyacım vardı ve gidip almamıştım. Nerden bildin.
Cennetten geldi diye cevap verdi bana.
Allah Allah, nereden bildin tesadüf mü, diye ikinci kez sordum şaşkınlıkla, Cemal Amca’ya.
Yüzünde ki ifadeden o şeyi bana getirirken ihtiyacım olduğunu bilmediğini anladım. Ama bildiği başka bir şey vardı, o da hiç bir şeyin tesadüf olmadığı…
Dedim ya, cennetten yolladılar sana dedi, bu sefer birazcık kızarak. Nesini anlamıyorsun gibi bir tavır içerisinde. Ve her zamanki çabuk hareketleriyle, babacığa selamlar diyerek yanımdan ayrıldı.
Verdiği cevabın anlamını idrak edecek yada üstünde düşünecek değildim. Babamın arkadaşından duyabileceğim bir cevaptı. Başkası söylese tuhafıma gider ama zaten ondan ya da arkadaşlarından çok da normal bir cevap beklemezdim.
Normal!
Normal nedir, nedir bu normal…
O sıralar bir çizgifilm karakteri olsam Garfield, bir roman karakteri olsam Oblomov falan olurdum herhalde.
O yıllat birileri gelip bana düşünce gücünden falan bahsetseydi kim olursa olsun anında inanırdım. Çünkü bir şey yapmam gerekiyorsa sadece düşünüyordum. Bu yüzden hayatım ilerleyemiyordu. Ama bir şey anlatılıyordu bu halimle bana, bir şey gösterilmeye çalışılıyordu.
Cennetten gelmiş.
Cennet neresi?
Kim var orada?
Oturmuş beni mi izliyorlar. Bu kız gidip almayacak onu. Cılız sıska bir şey, her gün taşıdığı alet abartalım biraz ama kendi kadar. Sonunda kendini fıtık edecek. Almaz almaz bu gidip almaz. Dur biz yollayalım en iyisi. Böyle mi konuşmuşlardı aralarında. Kimdi peki onlar?Bunlara gülünür. Bende Cemal Amca’nın arkasından güldüm. Ama mutlulukla…
Var olan her şeyin somut nesnel olmadığı gerçeği bana öğretilmedi, bu benim iliklerime kadar hissettiğim bir şeydi. Aksine somut nesnel şeylere adapte olmak, onları kabul etmek zordu her zaman benim için. Küçükken her türlü fantastik şeye beni anında ikna edebilirdiniz. Ama çay demleme işi bile çok karışıktı bana göre. Işınlanmayı ilk duyduğumdaki heyecanımı, hayatta çok az şeye karşı duydum mesela.
Dilimle söylemem gereken, elimle yapmam gereken, yürüyerek gitmem gereken, gözümle bakmam gereken bir yerdi dünya. Ve benim için çok karışık şeylerdi bütün bunlar.
Tabi büyüdükçe alıştım bende. Daha doğrusu öğrendim. Öğrenmek zorundaydım. Ama sanki başka bir alem vardı hep ve burdan çok farklıydı. İşler orada farklı yürüyordu. Ordan mesajlar geliyordu, bazende hediyeler.
Cennet mekan mı?
İçinde yaşayanlar var mı?
Bileniniz, gideniniz var mı?
Benim bildiğim cennet bir haldir. Bedenden azade fakat bedenin içinde.
Sizin bildiğiniz nedir anlatır mısınız, belki birbirimizi sözsüz de duyarız…