Dalları Yeşermeyenler
Kendimi bazen kökleri derinde ama dalları bir türlü yeşermeyen bir ağaç gibi hissediyorum. Toprak aynı toprak. Gökyüzü aynı gökyüzü. Fakat içimde gizli bir mevsim inadı var. Sanki zaman, benden habersiz başka bir takvim kullanıyor.
Soruyorum kendime bazen. Belki de yeşermek sandığım kadar masum bir eylem değil. Belki her filiz, görünmeden önce toprağın karanlığında uzun bir çırpınış ister. Belki de dalı yeşermeyenler, aslında içte saklanan bir baharın provasını yapıyordur.
Bazen yürürken gölgeme bakıyorum. Gölgem bile eksik. Kırpılmış bir siluet gibi. O an anlıyorum ki, insanın yeşermeyen dalları, çoğu zaman kimseye görünmeyen iç çatlaklarından sızan sessizliktir. Bir sorunun cevabını yıllarca saklayan bir taş gibi durağan durur. Ama taşın içinde bile bir aklın titreşimi dolaşır.
Düşünüyorum… Ağaçlar konuşsaydı, en gururlu olanlar bile kuruyan dallarını saklamazdı. Çünkü kuruyan her dal, ağacın kendiyle yaptığı en dürüst muhasebedir. Ben de içimdeki o kurumuş kısımları saklamaktan vazgeçiyorum. Kabuğumun altındaki karanlığı görmeden ışığı taşıyamayacağımı kabul ediyorum.
Belki de mesele yeşermek değil. Belki mesele, yeşermeyen dalın neden orada kaldığını anlamak. Çünkü anlamayan kişi tekrar eder. Anlayan kişi dönüşür. Ve dönüşen, bir gün filiz verir.
Ben henüz filiz vermedim. Ama toprağım hareket ediyor. İçimde küçük bir kıpırtı var. Sessiz bir hazırlık. Bir gün uygun bir rüzgâr dokunacak ve o dokunuş beni kendime çevirecek gibi.
Dalları yeşermeyenler… Onlar, baharın ne demek olduğunu herkesten iyi bilir. Çünkü yeşil, en çok kuruyanların içinden doğar.