Süreçte Yoksun
Süreci yaşamadan sonuca varmak isteyen bir yolcusun sen. Elinde harita var ama izini sürmediğin yolların sana açılmasını bekliyorsun. Oysa yol harita sayesinde değil, adım attıkça belirir. Bir tohum gibisin. Toprağa değmeden filizlenmek istiyorsun ama toprakla kirlenmeyen bir tohumun güneşi görme ihtimali yoktur.
Bir nehir düşün. Kaynağını bilmiyorsun ama denize ulaşmak istiyorsun. “Beni oraya götürsünler” diyorsun. Oysa sen akmadıkça yatağın genişlemez. Taşlara çarpmadan suyun berraklaşmaz. Akışın kırılmadıkça kendi sesini duymazsın. Süreçte yoksun, olduğunda deniz de seni tanımaz.
Kendi hikâyende bir yolcu gibi değil, bir seyirci gibi duruyorsun bazen. Pencereden bakıp dışarıdaki rüzgârın seni sürüklemesini bekliyorsun. Oysa rüzgâr, yürüyene eşlik eder. Duranı geçip gider. Bu yüzden sen yürüdükçe anlam çoğalır. Yürüdükçe gölge boyun değişir. Yürüdükçe bir kelime bile başka bir anlam kazanır.
Süreci yaşamaktan kaçtığında zaman seni değil, sen zamanı tüketmeye başlarsın. Bir kitabın son sayfasını merak edip ilk sayfayı açmadan bitirmek isteyen okura dönersin. Ama hikâyenin ruhu sondan önceki cümlelerde gizlidir. Karakterin serüveni, düştüğü yerde değil, kalktığı anda belirir. Sen o kalkışı yaşamazsan kendi romanının kahramanı olamazsın.
Şimdi kendine sor: Yoksun olduğun süreç, senden ne eksiltti? Yokluğun hangi cümleni kısalttı? Hangi duygunu köreltti? Cevabı dışarıda arama. Çünkü süreç dediğin dışarıda değil. Bir çayın demlenmesinde, bir nefesin içeri dolup dışarı çıkmasında, sabah uyanır uyanmaz yüzüne vuran ışığın açtığı ufak perdelerde saklı.
Sonuçlara âşık olmayı bırakıp adımlarınla barıştığında göreceksin. Yol, sen yürüdüğün için var. Ve sen sürecin içinde olduğun sürece her adım kendi anlamını sessizce tamamlar.