Kendime Ait Bir Dinginlik
İçimde, dışarıdaki gürültüye kulağımı tıkayan bir oda var. Bu oda ne ahşap bir kulübedir ne de taştan bir hücre. Kendi inşa ettiğim, eşyadan ve sesten muaf bir sığınak. Bazen öyle bir an gelir ki, dünyanın bütün telefonları aynı anda çalmaya başlar, bütün insanlar aynı anda bir şeyler ister. İşte o anlarda, usulca içeri sızarım bu odama. Kapı, dışarıda bıraktığım her şeyi sünger gibi emerek kapanır arkamdan.
Bu dinginlik bir tembellik hali değil. Aksine, faal bir sükûnet bu. Bir nehrin derinliklerindeki o durgun nokta gibi yüzeyde her şey hızla akıp giderken dipte suyun hareketsiz, sakin ve berrak kalabilmesi gibi. Burada, kendi zihnimin dibindeyim. Gelen her düşünce, bir yaprak misali suyun üstünde süzülüp gidiyor. Ben onları tutmuyorum, onlar da beni sürüklemeye çalışmıyor. Sadece seyrediyorum. Kendi içimin sessizliğinde, dışarıdaki hayatın ne kadar gürültücü bir komedi olduğunu daha iyi seyrediyorum.
Bu dinginliği besleyen şeyler var elbet. Sabahın o ilk ışıkları, henüz kimsenin payına düşmemişken, sadece benim olan. Demliğin fokurdaması, bir müzik parçasındaki tek bir piyano notasının titreşimi, bir kitabın sayfasından yükselen toz kokusu... Bunlar, sıradanlığın içine saklanmış sırlar. Onları fark etmek, bir çeşit ayin. Bu ayinleri yerine getirmezsem, o odanın kapısını bulmakta zorlanıyorum. Gürültü, sadece kulakla duyulan bir şey değil çünkü. Zihnin içindeki bir sarmal, bir kaos halesi. Onu dindirmenin yolu, küçük sırları hatırlamaktan geçiyor.
Bazen insanlar bu halimi 'yalnızlık' diye yorumluyor. Oysa yalnızlık, bir eksiğin adıdır. Bu ise bir fazlalık. Kendinle baş başa kalabilme, kendi varlığını doldurabilme lüksü. Etraf insan kaynarken bile içinizde taşıyabileceğiniz bir vaha. Kalabalığın ortasında, kendi sessizliğinizin merkezinde durabilmek... Bu, en kalabalık konserde, orkestranın o anlık sustuğu o nefes kesici boşluk gibi bir şey. O boşluk olmasa, müziğin kendisi bir gürültü yığınına dönüşürdü.
Bu dinginlik bana ne öğretti? Hiçbir şey, olduğundan daha acil ya da daha önemli değil. Acele, modern dünyanın bize oynadığı bir oyun. Bir şeyleri kaçırıyormuşuz hissi, sürekli bir alarm halinde yaşatılıyoruz. Oysa dinginlik, bana kendi iç saatimin tik taklarını dinletiyor. O saat ne çok hızlı işliyor ne de çok yavaş. Sadece, benim olan bir ritimle.
Kendime ait bu dinginlik, benim gerçek evim. Nereye gidersem gideyim, yanımda taşıdığım, içine çekilebileceğim bir sığınak. Ve biliyorum ki, dışarıdaki fırtına ne kadar şiddetli olursa olsun, bu sessiz oda, her zaman orada, tam da kalbimin tam orta yerinde duracak. Usulca kapıyı kapattığımda, her şey yerli yerine oturacak. Çünkü dinginlik, dünyanın gürültüsünü değil, kendi ruhumun sesini duyabilmem için verilmiş bir armağan. Ve ben, bu armağanın bekçisiyim.